3 Eylül 2011

Korku filmi tadında milli heyecan

Ne sebeptendir bilmiyorum, maçın genelinde sahada çok isteksiz bir milli takım vardı. Tamam rakip kapalı oynuyor, sahasına gömülüp boş alan bırakmıyor da milli takımımız da maçın genelinde rakibi açmak, gol bulmak için aşırı çaba sarf etmedi. Buna ligin geç başlamasından ötürü sahadaki futbolcuların birçoğunun maç eksiği, sakatlıktan ötürü kadro da olmayan futbolcular da eklenince maç boyu ölüp ölüp dirildik. 

İlk bölümlerde forvetleri dahil yarı sahasına gömülen Kazakistan’a karşı kanatlardan, özellikle de Arda kanalıyla yüklenmeye çalıştı milli takım. Fakat Arda topu her ayağına aldığında minimum 2-3 kişiyle marke edilince bireysel yetenekleriyle takıma katkı sağlaması pek mümkün olmadı. O da daha çok derine inip orta açmaya çalıştı, birkaç kez de bu yolla rakip ceza sahasında tehlikeye yol açtık. Bunun yanı sıra arkaya atılan uzun toplara Burak’ın yaptığı koşular da pozisyona girmek adına denenen bir başka yoldu. Nitekim gol de bu şekilde gelişti, geçen yıl Trabzonspor’dan alışık olduğumuz üzere yine bir Selçuk&Burak organizasyonu izledik, bir uzun top, Burak’ın koşusu, mücadelesi biraz da rakip kalecini hatasıyla ilk golü bulduk.

İkinci yarı ufak tefek ataklarla ilerlerken bir anlık savunma zaafiyeti bize kontratak ve gol olarak geri döndü. Bir kalecinin başına gelebilecek en kötü şeylerden birini ikinci kez yaşadı Volkan. Geçen yıl Fenerbahçe’yi şampiyonluktan eden Burak’ın  sağ çaprazdan yaptığı orta-şut karışımı vuruştan yediği golün aynısını bu kez Kazak Konysbaev’in ayağından kalesinde gördü Volkan. Ve ecel terleri işte bu dakikadan sonra dökülmeye başlandı.

Maç boyunca zaten fazla yüklenmeyen Milli takıma karşı bir de rakibin golden aldığı gaz eklenince pozisyona girmek iyice zorlaştı. Güç bela kazanılan penaltı da direkte patlayınca umutlar giderek azalmaya başladı. Geriye kalan kısım milli takımın doldur-boşalt şeklindeki cılız ataklarıyla geçti. Şükür ki, son dakikada kazanılan frikikte Arda’nın golüyle kâbus son buldu ve bu 90 dakikalık korku filmi bir şekilde kayıpsız geçildi.

Maçla ilgili söylemeden geçemeyeceğim bir nokta var. Hiddink’in yaptığı değişiklere ciddi şekilde anlam veremiyorum. Yahu 50. Dakikada Mehmet Ekici’yi alıp Selçuk Şahin’i koymanın mantığı nedir biri açıklayabilir mi bana? Ya da golü yedikten hemen sonra girmesi gereken kulübedeki tek gol silahı Umut neden 82’de giriyor oyuna? Zaten berbat geçen maçta, kötü futbolu daha da körükledi bu iki hamledeki yanlışlıklar ve zamanlama hataları. 

Ufak bir genel değerlendirme yapmak gerekirse, başta da ifade ettiğim gibi, sahadaki futbolcuların birçoğu henüz resmi maç yapmadı, yanı sıra Nuri, Hamit, Gökhan Gönül gibi önemli eksiklerimiz var. İlerleyen dönemlerde bu futbolcuların takıma katılmaları ve diğer oyuncuların da tam anlamıyla hazır hâle gelmesiyle milli takımda olumlu anlamda değişiklikler illa ki olacaktır.

28 Ağustos 2011

Vicente Calderón'da Bir Aslan

*Fotoğrafı büyütmek için üzerine tıklayınız.
Arda Turan, bugün oynanan Osasuna maçıyla birlikte ilk kez Vicente Calderón'da Atletico Madrid'li taraftarların karşısına çıktı. Oyuna 61. dakikada dahil olan Arda, 11 numaralı formayı terletti. Ne diyelim, Allah utandırmasın...

27 Ağustos 2011

Nuri'nin Bitmeyen Çilesi

Geçtiğimiz sezon parmak ısırtacak türden bir performans sergileyen Nuri Şahin, sezon sonuna doğru yaşadığı talihsiz sakatlıkla takımını şampiyonluğa birkaç maç kala yalnız bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak sezon boyu yaptıkları, ortaya koyduğu futbol, sahip olduğu liderlik vasfıyla Real Madrid'e transfer olmayı zaten çoktan hak etmişti. Nitekim öyle de oldu, sezon bitimiyle birlikte Madrid yolunu tuttu.

Sakatlığının henüz geçmemesinden ötürü sezon hazırlıkları boyunca forma giyemedi. Tam da iyileşmek üzereyken bir kötü haber daha geldi. Maalesef Nuri, salı günü yapılan Real Madrid antrenmanında yeni bir sakatlık daha yaşamış ve yaklaşık 1,5 ay sahalardan uzak kalacakmış.

Gerçekten çok üzücü bir durum. İnşallah şu sakatlık kâbusu kısa sürer ve Nuri iyileşip bir an evvel sahalara döner, futbolunu oynayıp, gollerini atar bizler de keyifle izleriz.

Barcelona 2 - 0 Porto

 
Barcelona her ne kadar uzay futbolu oynasa da, ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını kimse çözemese de esasen ortaya koydukları oyun oldukça basit. Sürekli pas yapmaya ve  -defansif ya da hücumsal- saha içerisindeki her türlü aksiyonu takım hâline gerçekleştirmeye dayalı bir sistem. Yani misal yeri geldi mi bir El Clasico'da rakip ceza sahasında normalde stoper oynayan Pique'nin topuk pasıyla atabiliyor golünü Messi.

Fakat gelgelelim ne diyor Cruyff üstad: Futbol basittir, zor olan basit oynamaktır. İşte bu yüzden izlerken oldukça basit gözükse de saha içerisinde bıkmadan, yorulmadan bu kadar pas yapmak, o uyumu yakalamak göründüğünden çok çok daha zor. Ancak Barcelona'nın en büyük silahı da işte bu. Çünkü bu kadar uzun süre hiç top kaybetmeden pas yapınca rakip hâliyle yoruluyor, baskı yapmak istemiyor.

Nitekim bu maçta da Porto ilk yarı içerisinde belli bir süre ileride basıp, Barcelona'nın bu muaazaam pas düzenini bozmak için çaba sarfetti. Ancak makinanın dişlileri o kadar kusursuz çalışıyordu ki kısa süre sonra yoruldular ve vazgeçmek zorunda kaldılar. Zaten Barcelona'ya karşı oynayan takımların en büyük handikapı da bu. Zira Barça'ya karşı daha maçın başında top kontrolünü ellerine verip geride beklemek kendi ölüm fermanını imzalamakla eş değer. Bu açıdan Barça'ya kafa tutmaya çalışan biraz daha kalburüstü takımlar genelde onları kendi silahıyla vurup yaptıklarını yapmaya çalışıyorlar. Fakat dediğim gibi bu kadar kusursuz işleyen bir sisteme ve yorulmak bilmeden pas yapan, taktik harikası Barça'ya karşı bu şekilde mücadele etmek de çok zor, ki zaten daha önce de Real Madrid, Man. United gibi takımlarla yapılan maçlarda da gördüğümüz gibi belli bir noktadan sonra pes ediliyor. Porto kalibresindeki bir takım için ise imkansız.

İlk yarının ilerleyen bölümlerinde top kontrolünü tamamıyla eline alan ve Porto'yu kendi yarı sahasına gömen Barça zaman zaman cılız ataklarla yükleniyordu. İşte tam da atakların sıklaştığı bir dakikada Guarin'in yaptığı akıllara zarar pas hatası sonrası Messi her zamanki fakelerinden biriyle kaleciyi sürklase edip sonra boş filelere gönderdi topu. Gol sonrası tempo düştü, Barça daha fazla yüklenmedi.

Porto ikinci yarının ilk dakikalarında yine zaman zaman gelse de Barça savunmasını geçmeyi başaramadı. Barça biraz da hafta sonu oynayacağı lig maçının etkisiyle çok fazla yüklenip de yorulmak istemedi, rölantiye aldı, düşük tempoda yavaş paslarla zaman geçirdi. Boyunun ölçüsü alan Porto da atağa çıkmaya çalışmadı. Bu açıdan ikinci yarının geneli oldukça sıkıcı bir orta saha oyunu tadında geçti.

Son dakikalara girilirken Porto savunmasını ileride yakalayan Barça'da Messi'nin sağdan kestiği akıl dolu orta sonrası Fabregas da düzgün bir vuruşla topu filelerle buluşturdu ve maçın skorunu tayin etti. Bu noktadan sonra mağlubiyetin dayanılmaz hafifliğiyle iyiden iyiye yüzleşmeye başlayan Porto'lu futbolcular çirkefleşmeye, sert müdahalelerde bulunmaya başladı. Nitekim gördükleri iki kırmızıyla da maçı 9 kişi tamamlamak durumunda kaldılar. Ve son düdük geldiğinde Barça daha sezon başlamadan ikinci kupasını da cebine koyup yoluna devam etti.


Başta da dediğim gibi Barcelona takımı kusursuz işleyen bir makina gibi. Ve bu makinanın her dişlisi Barça'nın altyapıdan yetiştirdiği kendi ürünleri. Hatta o kadar ki teknik direktörleri bile kendi altyapılarında yetişmiş yıllarca Barça formasıyla top koşturmuş bir adam. Taktiksel açıdan bu kadar muhteşem bir sistemi ve oyuncu yetiştirme, takıma kazandırma konusunda böyle bir sirkülasyonu sağlayabilmek için 20 yılı aşkın süredir çaba sarfediyordu Barcelona. Tam anlamıyla semeresini toplamaya da son yıllarda başladı. Bu açıdan transfer yapıp toplama takımlar kurarak, bu kadar zamandır üzerinde kafa yorulan bir sisteme karşı durmak mümkün değil. Benzeri bir sistemle kafa tutulmaya çalışılsa da, o sistemin oturması, işleyebilir hale gelmesi için 15-20 yıl civarı zaman gerektiğinden kısa vadede dünya futbolundaki bu Barcelona krallığının yıkılması pek olası gözükmüyor.

23 Ağustos 2011

Play-Off Sistemi ve Götürüleri


Lâfa gelince futbolda dünya ülkesi olma hedefindeyiz, başarı istiyoruz, prestij istiyoruz vs. vs. Şimdi sözü çok fazla dolandırmaya gerek yok, bugün Avrupa futbolunun "lokomotif" niteliği taşıyan liglerine bir bakın: La Liga, Premier League, Serie A, Bundesliga. Hangisi kullanıyor Play-off? Hiçbiri. Neymiş efendim Belçika kullanıyormuş, denemekten ne zarar gelirmiş. Belçika mıdır bizim idolümüz? Bu kadar mı yani bizim vizyonumuz?

Dünya üzerindeki bunca büyük ligin hiçbirinin kullanmadığı, bu sistemi biz mi oturtacağız, biz mi olacağız öncüsü? Geçiniz.
Bir de ikinci bir savunma argümanı olarak insanların şu son yaşananlardan ötürü futbola karşı azalan ilgisinin arttırılmak istendiği söyleniyor. Bana kalırsa asıl bu sistem uygulanırsa insanların futbola olan ilgisi azalır. Futbolun dünya üzerinde bu kadar büyük kitleler tarafından kanıksanmış bir oyun olmasının temel sebebi oldukça basit kurallara ve kolay anlaşılabilir bir algoritmaya sahip olmasıdır. Sahada ofsayt haricinde baktığımızda anlaşılması güç hiçbir kural yok. Maçı kazanırsan 3 puan alırsın, berabere kalırsan 1 puan alırsın. Kaybedersen de alamazsın basit ve net. Ama işin içine play-off girdiğinde mesele çok daha çetrefilli bir hâl alıyor, üstelik play-off dediğimiz meret tek bir biçimde oynanan bir sistem değil. Çeşit çeşit formatı var, bizim denemeye çalışacağımız sistem de oldukça alengirli. Misal Bank Asya'da da bir üst lige çıkacak takımı belirlemek için uygulanıyor, ama daha basit bir sistem 3 ila 6. sıralardaki 4 takım tek maç usulü karşı karşıya geliyor, kısa sürede sonuca bağlanıyor. Ama bu sistemle birlikte adeta lig sona erdikten sonra ikinci bir lig başlıyor ve puanlama sistemi de daha karışık bir hâl alıyor.

Şikenin önüne geçmekten bahsediliyor. Bu noktada Mehmet Demirkol'un bugünkü yazısından intihal yapalım:
"Bu sene uygulanmış olsaydı Antep, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un 11 puan gerisinde olacaktı. Antep’ten ırak olsun, başka bir takım diyelim. Xspor misal...
İlk maçta Xspor, Z spor’a yeniliyor ve zaten az olan şansı iyice azalıyor. Sonra Fenerbahçe’de yeniyor X spor’u ve şansı sıfır oluyor. Trabzsonpor maçına ne motive edecek onları? Şampiyonluk şansı yok. Şampiyonlar Ligi de...
Demek ki bu sistem şike önleme işine yaramayacak.
"


Görüldüğü üzere bu sistemin uygulanmasının futbolumuza herhangi bir açıdan artı değer kazandırması mümkün değil. Ayrıca bunca keşmekeşin içerisinde bir de bu play-off sistemiyle ligi deneme tahtası hâline getirmenin ne gereği var anlamıyorum.

18 Ağustos 2011

Bu Savunmayla Bu İş Yürümez

Yeni sezon yazısında bir paragrafta, savunmada sahip olduğumuz kötü alışkanlıklardan kurtulamazsak önümüzdeki sezon da başımız ağrıyabilir, takviye şart demiştim. Ancak yine de Fatih Hocanın gelişinin bir nebze olsun savunmaya olumlu yansıyabileceği umudu taşıyordum. Şu maçın daha ilk saniyelerinde umutlanmakta ne büyük hata ettiğimi net bir şekilde anladım.

Daha ilk dakikanın ilk saniyelerinde araya atılan bir pasta yine bir Servet & H. Balta klasiği izledik. Bu savunmayla bu işin yürümeyeceğini anlamak için daha ne kadar bedel ödemek gerekiyor anlamıyorum. Bir sezon boyunca ambar gibi açık veren bir Galatasaray savunması izledik. Bu sezon ilk önceliğimiz olması gereken savunmaya bir tek 33'lük Ujfalusi alındı. Ve defans hattı yine Servet-Balta-Zan tekeline bırakıldı. Buyrun işte sonuç. Atılan her ara pasında, akıllara zarar kademe hataları, önünden kaçırdığı adamları film izler gibi seyreden Servet, Balta, Zan üçlüsü.

Daha maçın başında gelen gol ve arka arkaya yapılan savunma hatalarıyla Galatasaray zaten maça büyük bir moral bozukluğuyla başladı. Olympiakos'un kapalı oyun anlayışı, orta sahayı kalabalık tutması ve yerleşik savunmasıyla ilk bölümlerde rakip yarı sahada çoğalamadık ve organizasyon sıkıntısı yaşadık.

Bu noktada rakibini orta sahada açamayan Galatasaray uzun toplardan ve kanatlardan işi kotarmaya çalıştı, Kâzım ve Stancu'nun pasif kalışı, Ujfalusi'nin bundan önceki iki maça nazaran hücuma katkıda vasatı geçememesiyle bu yolda kapanınca hücumsal anlamda yokları oynayan bir Galatasaray izledik.

İkinci yarı, oyunun gidişatı anlamında ilk yarının devamı niteliğindeydi. Orta alanda iki tarafta birbirine net bir üstünlük kuramadı, organizasyon sıkıntımız ve rakip yarı alanda çoğalamama sorunumuz aynen devam etti. İlk yarıya nazaran daha az gelen bir Olympiakos olsa da arkaya atılan ilk uzun topta savunma yine çok ağır kaldı ve ciddi tehlike yaşadık. Dediğim gibi bu savunmayla takviye yapılmazsa sağlam kontratak yapabilen takımlara karşı ciddi sorunlar yaşarız. Son bölümlerde ise iyice düşen tempoyla Olympiakos skoru koruma yoluna giderken, bizimkiler de çoktan "bitse de gitsek" havasına girmişti.


Bir parantez de Muslera için açmak istiyorum. İyi kaleci için yemesi gereken golleri yiyen, yememesi gereken golleri yemeyen kaleci tanımı yapılır. Büyük kaleci ise yeri geldiğinde yemesi gereken golleri de kurtaran, takımını sırtlayabilen kalecidir. -Misal UEFA Finalinde uzatmanın son dakikasında sıfırdan Henry'nin kafasını çıkaran Taffarel- Çok açık söylüyorum bugün kalede Aykut veya Ufuk olsaydı bu fark daha da açılabilirdi. Zira Muslera birebirde çıkardığı toplar, ara paslarında yaptığı zamanında çıkışlarla adeta Galatasaray savunmasının arkasını topladı. Bu açıdan Muslera ilk sınavından geçer not almış gibi görünüyor.

Savunma konusunda hâla takviye yapılacağına dair bir işaret yok, bu açıdan ümitsizim. Ancak hücumsal anlamda ilerleyen günlerde daha sağlam bir takım olacağımıza inanıyorum. Zira az önce de dediğim gibi kapalı takımlara karşı Barcelona gibi nokta pası atacak en az 3 orta sahanız yoksa dikine giderek başarılı olma şansınız pek yok. Bu noktada oyunu daha geniş alanlara yayıp kanatları kullanmak önemli. Bu maçtaki sıkıntımız da buydu zaten. Ancak son birkaç günde gerçekleşen Eboue, Keita, Engin Baytar transferleriyle kanatlarda -en azından sağ kanatta- çok daha etkili bir Galatasaray izleyeceğimizi düşünüyorum.

16 Ağustos 2011

Emmanuel Eboué Galatasaray'da

Öncelikle daha önce de ifade ettiğim gibi bu transferin en büyük artısı Eboué'nin çok yönlü bir futbolcu oluşu ve bu açıdan birden fazla mevkide değerlendirelebilecek durumda olması. Oyunculuk özelliklerinden biraz bahsetmek gerekirse, güçlü bir fiziğe sahip, çok koşan ve takım oyununa üst düzeyde katkı veren bir isim. Çok iyi dribling yapan, özellikle sağ kanatta etkili bindirmelere sahip bir futbolcu. Ayrıca şut opsiyonuna sahip, bunu yanı sıra oldukça isabetli paslar atıyor. Bu açıdan düşündüğümüzde hücumsal anlamda oldukça etkili, skora katkı sağlayabilecek bir isim.

Fakat bek olarak değerlendirilirse de az önce de belirttiğim gibi sahip olduğu fizik gücü ve hızlı oyunuyla o görevi de kotarabileceğine inanıyorum. Kısacası Galatasaray için her anlamda çok olumlu bir transfer, adeta piyangodan çıkan Ujfalusi'nin bek performansı, Kazım'ın son dönemde yakaladığı ivme, Keita transferinin de ciddi şekilde gündeme gelmesinin üzerine bir de bu transferle ciddi şekilde çok sağlam bir kanat rotasyonu yakaladı Galatasaray.

Ayrıca futbolun beşiği olarak nitelendirilen, dünyanın en büyük birkaç ligi arasında yer alan Premier League'de Arsenal gibi bir takımda bu kadar uzun süre tutunması ile de zaten kendini ispat etmiş bir isim.

13 Ağustos 2011

Yeni Sezon ve Transfer Gündemi Üzerine


Mâlum, Arda'nın Madrid yollarına düşmesi, gündemimizi biraz başka tarafa çekti. Fakat asıl meselemiz olan transfer bu gelişmeyle birlikte daha da mühim bir hâl aldı. Zira gidişat itibariyle benim şahsi düşüncem forvete ve orta sahaya bir takviye daha yapıp transfer defterini kapatmaktan yanaydı.

Ancak Arda'nın zamansız gidişi planları da bozdu, şimdi kanatlara da sağlam bir takviye gerekli. Ayrıca banko oynayacak bir isim olmasa da kanatlar için kadro derinliği oluşturmak açısından bir de alternatif transfer edilmesi yerinde olur. Eboue transferi işte bu açıdan önemli, zira hem bek hem kanatta yer alabilecek çok yönlü bir oyuncu. Gelen haberlere göre de transfer bitme aşamasında imiş.

Arshavin konusu da ciddi şekilde basında yer alıyor, orta sahanın solunda ve forvet arkasında oynayabilecek bir oyuncu, ancak Fatih Hoca dünki açıklamasında bu transfer için şartların uygun olmadığını deklare etti. Zira maddi açıdan oldukça külfetli bir transfer, ben de biraz daha maddi açıdan sıkıntı yaratmayacak isimlere yönelinmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine bu doğrultuda Terim, Keita konusunda olumlu açıklamalar yapmış. Ayrıca ille de yabancı olması gerekmiyor bu ismin, yerli alternatifler de dikkate alınmalı. Misal en basitinden benim ilk aklıma gelen Bursaspor'lu Volkan Şen.

Bir de forvet meselesi var. Özellikle son birkaç yıldır Galatasaray forvet hattı bir türlü rayına oturmuyor. Geçtiğimiz yıl Baros'un sakatlığının üstüne bir de Mehmet Batdal'ın beklenen kalibrede olmayışı forvet mevkisinin yap-boza dönüşmesine yol açtı. Bu sezon aynı riske girmemek adına yeni yönetim, ayağının tozuyla Elmander'i transfer etti. Tam anlamıyla klasik bir 9 numara olmasa da hem forvet hem de forvet arkasında görev yapabilecek bir isim olması açısından önemli bir transferdi.

Hep söylüyorum Baros sağlıklı olduğu sürece Galatasaray santrafor sıkıntısı çekmez. İlk sezonunda gol kralı oluşu, geçtiğimiz sezon sakatlık belasından kurtulup oynayabildiği maçlarda attığı hatrı sayılır sayıdaki gol zaten bunun ispatıydı. Liverpool maçıyla birlikte geri dönüşün sinyallerini verdi. Ancak dediğim gibi Baros konusunda tek handikap sık sakatlanması, bu sorunu bu sezon aşabilirse eğer gol kralı olması işten bile değil.



Gelelim Stancu'ya. Fatih Hoca'nın dün yaptığı açıklamaya bakıldığında Stancu'yu da kazanmaktan yana olduğu anlaşılıyor. Bana da mantıklı geliyor açıkçası, 5 milyon € verilip alınan, geldiği takımda yarım sezonda 17 gol atmış bir futbolcunun bir kalemde silip atılması yanlış olur diye düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda zaten üç yabancıyla şişmiş bir forvet hattına bir yabancının daha transferi söz konusu olmaz diye düşünüyorum. Kısacası forvet defteri kapanmış gibi görünüyor.

Savunmayı da unutmayalım tabi, esasen geçtiğimiz sezonun Galatasaray tarihinin en kötü sezonu olması ve o takımın savunma hattının bir değişiklikle hâla takımdaki yerini koruyor olması bana pek mantıklı gelmiyor. Yani kabus gibi geçen sezonda Servet'in yanı başından geçen adamları nasıl kaçırdığı, Hakan Balta'nın, akıllara zarar kademe hataları, sol kanadı rakipler için otobana çevirişi hâla hafızalarımızda. Buna karşın savunmayı tek transferle kapatmak bana pek akılcı gelmiyor. Bilhassa sol beke ve stopere takviye gerektiğini düşünüyorum. Yoksa geçtiğimiz sezon kazanılan kötü alışkanlıklar bu sezon da başımızı ağrıtabilir. Ancak gerek Fatih Hoca'nın ve yönetim açıklamaları gerekse medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında bu yönde bir arayış yok gibi.

Velhasıl kelam, büyük resme baktığımızda ben hâla yeni sezondan çok umutluyum. Zira yıllardan bu yana kanayan yaramız hâline gelen orta sahamız değişen çehresiyle adeta sınıf atladı. Bir düşünün geçen sezon Barış, M. Sarp, Ayhan'ın olduğu yerde bugün Selçuk, Melo, Ceyhun gibi isimler var. Forvet hattımız çok alternatiften oluşan zengin bir yapıya sahip. Belki orta sahadan bile uzun süredir bir türlü çare bulunamayan kaleci sorunsalı da Muslera gibi sağlam bir isimle uzun vadede çözüme kavuşturuldu. Savunma konusunda ise tek ümidim Servet, Hakan, Gökhan gibi isimlerin Fatih Hoca'nın gelişiyle birlikte ivme kazanmaları. Mâlum, Hoca'nın milli takımdan da banko oyuncularıydı bu isimler.

Ayrıca Avrupa'nın olmadığı bir sezonda bir de malum şike gündeminden ötürü rakiplerin durumu göz önüne alındığında çok fazla kasmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Zira hem iyi bir kadro oluşturduk, hem de rakiplerimize göre psikolojik açıdan oldukça rahatız. Bunun da ötesinde düşme ihtimali olan takımlar da var tabi.

21 Temmuz 2011

Zemin Futbol Oynamaya Müsait Mi?

Esasında Süper Kupa finalinin ertelenmesinin Beşiktaş’ın kazandığı Türkiye Kupası’nın iade etmesiyle ilintili olduğunu düşünüyorum. Zaten normal şartlarda Mehmet Ali Aydınlar, nasıl ligler aynı tarihinde başlayacak diyorsa Süper Kupa için de aynısını söylüyordu, ancak Beşiktaş’tan gelen bu hareket planları biraz bozdu. Fakat ligin ertelenmesi için ellerinde herhangi bir belge yoktu, bu sebepten olumlu ya da olumsuz karar vermeleri de mümkün değildi. Ancak dün itibariyle belgelerin büyük bir kısmı Federasyon’a ulaştırıldı.

Şu aşamada Federasyon da sağlıklı kararı vermek için liglerin ertelenmesi gerekiyor mu yoksa mevcut zaman dilimi içerisinde nihai karar verilebilir mi bunu tartmaya çalışacak. Açıkçası önümüzde yaklaşık 15 günlük bir süre olduğunu düşünürsek bu sürenin doğru kararı vermek için hiç de yeterli olduğunu düşünmüyorum. Zira 26 klasör belgeden söz ediliyor, üstelik bunlar tamamı da değil. Yani bu şartlar altında bu kadar kısa bir süre içerisinde sağlıklı bir karar verilmesi mümkün değil, ligleri normal tarihinde işletip tam lig ortasında karar verip birileri düşürülürse bu çok daha kötü sonuçlara sebep olur.

İşin bir de psikolojik yönü var. Futbol taraftarlar için oynanır denir hep, bir düşünün ülkenin en büyük takımlarından ikisinin kazandıkları başarıların kirli oyunlarla elde edildiği iddia ediliyor. Milyonlarca futbolsever, yıllarca peşinden koştuğu, yeri geldi mi sevindiği, yeri geldi mi üzüldüğü, kimilerinin hayatının merkezine koyduğu oyunun aslında hiç de düşündükleri, sevdikleri gibi olmadığını öğreniyor.

Kendi adıma konuşmak gerekirse ben bu belirsizlik ortamı içerisinde futbol oynanmasını istemiyorum. Nasıl Beşiktaş bu soruşturmada hakkındaki nihai karar verilene kadar kupayı istemiyorsa ben de bu belirsizlik son bulup suçlusu suçsuzu ayırt edilene dek futbol izlemek istemiyorum. Hadi başlattın diyelim ligi normal tarihinde, ben nasıl güveneceğim inanacağım sahadaki oyuna. Ya da diyelim ki ben bu adı geçen takımlardan birinin taraftarıyım, ben her an düşme korkusuyla diken üstünde mi seyredeceğim bu ligi? Yahut kazandığım her maçtan sonra ‘ama ya düşersek’ diye düşünüp hevesim kursağımda mı kalacak?

Dediğim gibi şu raddede alınabilecek en akla yatkın karar, bu soruşturma tamamlanıp suçlular cezalandırılıp, suçsuzlar aklanana kadar ligin ertelenmesidir. Soruşturma tamamlanıp ‘temizlig’ son bulduğunda kamu vicdanı da rahatlayacak. Zira bu ülkede yıllardır milyon tane şike, teşvik hikayesi anlatılır durur. Her maç öncesi ve sonrası çeşit çeşit komplo teorisi ortaya atılır. Hatta belli bir kesim futbolun tamamıyla bu oyunlarla yönetildiğini düşünür, böyle olmadığını iddia edenlere de ‘enayi’ gözüyle bakar. Bu hikayeler sürekli dillendirilince de tabi bir çok insan kanıksadı bu durumu. Maç içerisinde hata yapan hakemlerin hemen hepsi satılmıştı, kaleciler arasında zaten şike yapmayan yoktu, o takım buna maç sattı, şu takım bilerek oynamadı vs. vs. Yıllar boyu anlatılagelen komplo teorileri insanların futbol algısını bu yöne çekti maalesef. İşte bu soruşturma son bulduğunda yıllar boyu birçok insanın kafasında yerleşmiş olan bu hastalıklı düşünce biçimi de son bulacak. Ve insanlar bu kadar uzun bir zaman sonra sahada gerçekten temiz bir oyun izledikleri konusunda müsterih olacaklar.

20 Temmuz 2011

Fernando Muslera Galatasaray'da

Ülkemizde her ne kadar yabancı transferi çılgınlığı had safhada olsa da kaleci meselesinde büyük takımların birçoğunda yerli kaleci geleneği yerleşmiş durumda. Fakat aynı durum biz Galatasaray için söz konusu değil, tarihimiz boyunca efsaneleşmiş kalecilerimize baktığımızda da (Örneğin: Simoviç, Taffarel, Mondragon) durumun böyle olduğu açık şekilde anlaşılabiliyor. Ancak Galatasaray yönetimi kaleci mevkisi için Mondi'den bu yana maalesef bir türlü sağlıklı bir adım atamadı. Orkun, De Sanctis, Leo Franco, Ufuk vs. birçok isim geldi gitti fakat Galatasaray kalesindeki bu sorun bir türlü çözüme kavuşturulamadı. Bence sorunun çözülememesinde her ne kadar yönetimin yanlış tercihleri etkili olsa da Galatasaray'ın yıllardır değişmeyen gerçeği kaleci antrenörü Nezih Ali Boloğlu'nun da payı büyük. Neyse Allah'tan yeni yönetimle birlikte efsane Tafi kaleci antrenörü olarak yuvasına döndü ve biz de rahat bir nefes aldık.

Tam da 'iyi güzel kaleci antrenörü var da kaleci nerede' diye düşünürken ve iyiden iyiye tedirgin olmaya başlarken aylardır gündemimizi meşgul eden ve adeta yılan hikayesine dönen Muslera transferi mutlu sonla noktalandı.



Geçtiğimiz günlerde FIFA tarafından gelecek vaad eden kaleciler arasında gösterilmişti Muslera. Şu sıralar devam etmekte olan Copa America'da sergilediği performansla da adeta parmak ısırtıyor. Açıkçası bundan önce çok fazla izleme fırsatı bulamadım kendisini, yalnızca Copa America'da bir kaç kez görme fırsatım oldu. Ancak hem kendi gördüğüm kadarıyla hem de futbol otoritelerindeki hakim kanıya dayanarak söyleyebilirim ki; artık biz de 'büyük kaleci' tanımının için dolduran, kalesinde güven veren ve yeri geldi mi takımını tek başına sırtlayıp maç kazandırabilecek bir isme kavuştuk. Üstelik henüz 25 yaşında, bu açıdan uzun vadede bir daha kaleci konusunda sıkıntı yaşayacağımızı sanmıyorum.

Neyse dediğim gibi yalnızca bir kaç kez izleme fırsatı buldum kendisini, bu açıdan çok uzun uzadıya bir değerlendirme yazısı yazma imkanım yok. İyisi mi biz susalım Muslera konuşsun:

18 Temmuz 2011

Yeni Sezon Formaları

Şubat ayı itibariyle forma konusunda hepimizi heyecanlandıran bir gelişme yaşandı, Galatasaray'ın Adidas ile olağan şekilde devam eden sözleşmesi Nike'nin maddi anlamda oldukça cazip teklifi hasebiyle tek taraflı olarak fesh edildi. Üstelik Nike, bu sözleşmenin feshinden doğan tazminatın ödemesini de üstlendi. Nike bu denli büyük bir maddi külfetin altına girince haliyle beklentiler de aynı oranda büyük oldu. Anlaşmanın haberinin çıkmasından bugüne kadar geçen sürede benim yegane bilgi kaynağım Galatasaray Formaları bloguydu. Esasında formaların açıklanmasına az bir zaman kalana dek gelen bilgiler oldukça olumluydu, Nike'nin Galatasaray'ı elit kategorideki takımlar arasına aldığı, Hollanda'daki merkezde özel bir ofis açıldığı bu ofiste özel tasarımlar hazırlandığı gibi bir çok memnun edici konudan söz ediliyordu. Ancak bir hafta kadar önce şimdiye kadar alınan bilgilerin bir çoğunun yanlış olduğu anlaşıldı. Esasında bahsedildiği gibi Hollanda'da Galatasaray adına açılmış özel bir ofis vardı, ayrıca yine söylendiği gibi Galatasaray elit kategorideki takımlar arasındaydı ancak bu sezon giyeceğimiz formaların özel tasarımlar değil Nike'nin hazır katalog tasarımlarıydı. Bu durumun sebebi iste zaman darlığı idi. Zira Nike'ın elit kategorideki bir takımına özel bir kreasyon hazırlaması aşağı yukarı bir yıl sürüyormuş. Nike ile anlaşmamızın üzerinden beş ay gibi bir süre geçtiğini düşünürsek bu kadar az zamanda özel bir kreasyon hazırlamak pek de mümkün değil. Bu sebepten bu sezonki formalar üzerinden Nike'ye yüklenilmemeli, asıl özel formaların önümüzdeki sezon çıkacağı bilinmelidir. Ancak yine de adettendir diyerek yeni formaları kısa kısa değerlendirelim.

Parçalı Forma
Geçtiğimiz sezon Trabzonspor'un giydiği Nike'nin katalog tasarımlarından biri. Bilindiği üzere klasik Galatasaray parçalısı ya da nam-ı diğer tam parçalı forma da renkler sarı-kırmızıdır. Ancak bu formada renkler ters dizayn edilmiş ve kırmızı-sarı olarak yerleştirilmiş. Ayrıca klasik parçalı her bölgesinde iki parçadan oluşur. Ancak bu formanın arkası ve yakası tek renk kırmızı olarak belirlenmiş. Bu açıdan yanlışlarla dolu bir forma, ne diyelim İnşallah önümüzdeki sezon özlediğimiz gerçek Galatasaray parçalısına kavuşuruz.

Siyah Forma
Yine katalogtan hazır bir Nike tasarımı, bence bu sezonun en vasat forması. Çok basit bir dizayn, estetikten ve görsellikten uzak. Hatta siyah antrenman formaları bile bu formadan daha hoş duruyor bence.

Sarı Forma
Her ne kadar renklerimiz sarı-kırmızı olsa da kırmızı Galatasaray için hep daha sık kullanılan bir renk olmuştur, son dönemde de sık sık düz kırmızı forma çıkardığımız olmuştur. Sarı ise gerek diğer ürünlerde gerek formalarda daha az kullanılır Galatasaray'da. Uzun bir zamandan bu yana da düz sarı forma çıkmamıştı zaten, bir çok taraftarın yıllardır özlemini çektiği bir formaydı. Katalog tasarımı olsa da sade ve şık görünüyor, Bu yılki formalarda benim en beğendiğim bu sarı forma oldu.

Dediğimiz gibi her ne kadar eleştirsek de bunlar geçiş dönemi formaları, bir sonraki sezon çok daha özel bir kreasyonla Türkiye'nin en kaliteli formalarına sahip olacağız. Hatta gelen bilgilere göre Ekim ayı itibariyle 2012-2013 sezonu formaları için çalışmalara başlanacakmış Hollanda'daki ofiste. Ne diyelim hayırlı olsun camiamıza.