16 Eylül 2012

Arsenal 6-1 Southampton

Skordan bağımsız şekilde zevkli bir maç seyrettik. Premier Lig'in alışık olduğumuz tempolu futbol yapısına Arsenal'ın teknik kapasitesi yüksek oyuncularının, efektif futbolu eklenince 90 dakika boyunca keyif veren bir maç ortaya çıktı.

Arsenal bu maça kadar kalesinde gol görmemişti. Bu maçta da yenilen gol haricinde Southampton, Arsenal kalesinde kayda değer bir tehlike yaratamadı. Elbette bu durumun baş mimarları stoperde yakaladıkları harika uyumla Mertasacker ve Vermaelen. Pozisyon bilgileri, müdahale zamanlamaları, soğukkanlılıkları, topu oyuna sokma becerileriyle savunmanın göbeğinde harika bir tandem oluşturdu bu ikili. Gibbs de gayet iyi görünüyor, savunmanın yanı sıra hücumda da zaman zaman bindirmeleriyle büyük etki yaratıyor zira bu maçta Southampton'lı oyuncuların kendi kalelerine bıraktıkları iki golde de son müdahaleden önce topa vuran Gibbs'ti. Jenkinson ise sırıtmıyor. Ne çok iyi, ne çok kötü, ortalama bir futbol oynuyor.

Savunma güven verirken hücumdaki etkinliğin ilk haftalarda skora yansımaması can sıkıcıydı ancak Liverpool maçında elde edilen 2-0'lık net skorun ardından bu hafta da bol gollü bir maç izledik.



Cazorla müthiş bir transfer, hücumun her bölgesinde oynayabiliyor, saha görüşü, hızı, tekniği mükemmel. Her yönüyle dört dörtlük bir oyuncu. Yine oyun içerisinde oldukça hareketli ve etkili bir futbol ortaya koyan Podolski ile çok iyi bir uyum yakaladılar. Öte yandan Gervinho da bu maç Arsenal'ın ofansta oyunu domine etmesinin ve üst düzeyde hücumsal etkinlik yakalamasının baş aktörlerinden biriydi, birkaçı hariç maç boyunca aldığı topların hiçbirini boşa harcamadı, takım arkadaşlarıyla iletişimi, pas trafiğine olumlu katkısı ve attığı iki golle maçın yıldızlarındandı. Elbette Chamberlain'i de unutmamak gerek. Süratli oyunu, tekniği, dinamizmi ve kıvrak bilekleriyle zaman zaman rakip savunmaya zor anlar yaşattı. Ancak topu ayağında bu kadar gevelemeden biraz daha hızlı çıkarırsa hem onun hem takım açısından daha iyi olacaktır, elbette daha çok yolu var Wenger'in elinde zamanla pişecektir.

Yine gençlerden Coquelin de sahadaydı bu maçta. Fazla sırıtmasa da, şimdilik düzenli ilk 11 oynayabilecek seviyede değil. Ancak maç içerisinde dönem dönem attığı etkili paslarla kumaşını belli etti. Chemberlain için söylediklerimiz onun için de geçerli, zamanla daha da gelişecektir.

Neticede ilk dört haftayı göz önüne aldığımızda savunması sağlam, bol pozisyona giren, izlerken keyif veren bir Arsenal görüyoruz. Bunun en büyük sebebi de Wenger'in iyi futbolcular olmalarının yanı sıra, takıma ve Arsenal'ın oyun mantalitesine deyim yerindeyse 'cuk oturan' nitelikte transferlere imza atması.

*Fotoğraflar Arsenal.com'dan alıntıdır.


13 Ağustos 2012

Değişen Birşey Yok


İki takım da maça birkaç farklı oyuncu dahil olsa da genel itibariyle geçen yıldan alışık olduğumuz oyun şablonlarıyla çıktı. Aykut Kocaman Fenerbahçe'yi pas futboluyla yönlendirmek istiyor. Ancak ne geriden topu oyuna sokabilecek stoperlere ne de sırtı dönük top alabilecek, orta sahadan dikine gidebilecek, efektif merkez orta oyuncularına sahipler. Bilhassa Topal ve Cristian'ın sürekli yan pas yapmaktan başka bir meziyeti yok. Kısacası Fenerbahçe'nin zaafı, hem savunma hem de orta sahadaki oyuncular baskı halinde hata yapmaya oldukça müsait bir yapıda.

İşte bu noktada geçen yıldan bu yana Galatasaray'ın en büyük silahı hücum pres devreye girdi. Zaten takım halinde sahanın her noktasında top rakipteyken sürekli pres yapan takımın ileri ucuna, Elmander'den sonra Umut da eklenince bu ikili Fenerbahçe savunmasına baskılarıyla nefes aldırmadı. Net pozisyonlar değerlendirilse, daha ilk yarıdan maçı koparabilirdi Galatasaray. Tabi burada Umut ve Elmander'in presi kadar, önemli olan bir diğer faktör Selçuk. Ekürisi Melo olmamasına rağmen orta sahayı tek başına çekip çevirdi, yaptığı iki asistin yanı sıra Elmander'e attığı yüzde yüzlük bir gol pası da var.

On kişi kaldıktan sonra belki büyük çoğunluk savunmaya daha fazla eğilip, en azından beraberliği değerlendirme düşüncesindeyken Fatih hoca, Amrabat'ı sokarak hala hücumu düşündüğünü gösterdi. Bu aynı zamanda takıma da 'geri çekilmeyin' mesajıydı. Nitekim bir eksik olmasına rağmen Galatasaray yine oyunun her noktasında Fenerbahçe'ye üstünlük kurmayı başardı ve kupaya uzandı.

Bu galibiyet, Süper Kupa'yı kazanmanın yanı sıra, sezonun başlamasına az bir zaman kala takımların kadroları üç aşağı beş yukarı şekillenmişken Galatasaray ile Fenerbahçe arasında hala net bir fark olduğunu göstermesi açısından da önemli. Kısacası rakibe bir gözdağı mahiyetinde.

Tabi bu farkın Galatasaray'ın 'eksiklerine rağmen' belirgin şekilde ortaya çıktığını da belirtmek gerek. Zira, zaten Fenerbahçe'ye bariz şekilde üstünlüğünü dikte ettiren şu orta sahaya bir de Melo eklenecek. Pres gücü yüksek olsa da bitirici yönü zayıf olan forvete Burak dahil olacak. Bu maçta çok kısa bir süre görev alan Amrabat'ı da ekleyebiliriz bunlara, sahada kaldığı kısa sürede sevdiği tarzda toplarla buluştuğunda ne kadar tehlikeli olabileceğini Aydın'a verdiği al da at pasında net şekilde gösterdi.

Sözün özü, ortada değişen pek de birşey yok. Galatasaray hala net şekilde Fenerbahçe'den önde ve şu maç gösterdi ki bu sezon da şampiyonluk yolundaki en büyük favori.

9 Ağustos 2012

Bu Takımda İş Var

Savunma ve forvetteki oyuncu tercihlerini göz önüne aldığımızda bu maç Süper Kupa finali öncesi takıma son kez alıcı gözle bakılacak bir prova niteliğindeydi. Zira o maçta cezalı olan Ujfalusi ve Burak'ın yerine Dany ve Umut'u tercih etti Fatih hoca.


İlk yarının başlarında rakibe üstünlüğünü net şekilde kabul ettiren, topa sahip olan ve önde basan bir Galatasaray vardı. Yani geçen sezon hemen hemen tüm lig maçlarında alışık olduğumuz tabloyla karşı karşıyaydık. Oyunu domine etse de rakip kalede ciddi bir tehlike yaratamadı Galatasaray. Bunda göbekte bulunan iki hücum etiketli oyuncudan ötürü, Selçuk'a oranla oyunun daha çok defansif yönünü kotaracak birinin olmayışı ve Selçuk'un bu yüzden biraz daha geride kalması kadar sağ kenarda Hamit ve Eboue'nin net bir uyum yakalayamaması, solda ise teknik açıdan yeteneği olduğunu belli etse de fiziksel açıdan hala gelişim kaydedemeyen Emre ve zaten hücuma kısıtlı bir desteği olan Hakan'ın kanadının pek fazla işlemeyişiydi. Yani bildik sorunlar, Galatasaray'ın hücum opsiyonlarının kısıtlı oluşu. Burada her zamanki gibi eksikliği hissedilen delici bir kanat oyuncusu.

İlk yarının ikinci bölümünde ise Hamit'in zaman zaman ceza sahasına kestiği toplar ile arzulu, hırslı bir futbol ortaya koyan Eboue'nin sürekli yaptığı bindirmeler de ciddi bir tehlike yaratmadı. Fioerentina ise zaman zaman cılız kontra denemeleriyle gelmeye çalışsa da bu anlarda geçen sezona nazaran gelişim kaydettiği net şekilde gözlenen Semih ve yeni transfer Dany ikilisinin yakaladığı uyum Galatasaray kalesini olası tehlikelerden uzak tuttu. Tüm bunların sonucunda ilk yarıda topa hakim olan ancak tempo yapamayan ve rakip savunmayı rahatsız edemeyen bir Galatasaray vardı.

İkinci yarıda oyunun net hakimi yine Galatasaray'dı ve Hamit-Eboue kanadı biraz daha işlemeye başladı. Amrabat'ın oyuna dahil olmasıyla sol kanat tamamen düştü ve hücumlar genelde merkezden ve sağdan ilerledi. Amrabat, oyunda kaldığı süre içerisinde yokları oynadı. Elbetteki henüz doğru dürüst antrenman dahi yapmadığı takımla maça çıkmasının bir uyum sorunu yaşattığı aşikar. Zira maç boyunca, sevdiği ve istediği tarz toplarla buluşamadı. Zamanla hem onun takıma hem de takımın ona alışmasıyla bu sorun aşılacaktır.

Son bölümlerde hem yapılan değişiklikler hem de takımın yorgun düşmesiyle Fiorentina önemli fırsatlar yakaladı ancak bu noktada Muslera faktörü hemen hemen her pozisyonda karşımıza çıktı ve bir takım için büyük kaleci kavramının ne denli mühim olduğu bir kez daha ortaya koydu.

Şöyle bir toparlamak gerekirse, sağ kanatta Hamit ve Eboue yavaş yavaş ısınmaya başlıyor. Ancak sol kenar için Emre veya oyunda kaldığı süre içerisinde Amrabat'ın, Hakan'la benzer tarzda bir uyum yakaladığını söyleyemeyiz. Elhak, Amrabat zaman içerisinde takıma adapte olacaktır lakin Hakan'ın kısıtlı hücum desteğiyle, dinamo gibi işleyen bir sol kanat yakalamak imkansız. Son çare olarak bekte düşünülen Riera'nın da vasatı aşamadığını göz önüne alırsak sol beke yapılacak bir takviye faydalı olabilir. Umut, forma rekabetinde muhtemel Elmander-Burak ikilisinden sonra ilk akla gelecek isim olduğunu bu maçta da gösterdi. Ayrıca Melo'nun dönüşü orta sahayı hem defansif hem de -Selçuk'un daha fazla ileri çıkacağını düşündüğümüzde- ofansif anlamda daha etkili kılacaktır. Velhasılı, bu takımda iş var fakat yavaş yavaş oturacak olan bu düzene yapılacak birkaç ufak nüans onu daha da ileriye taşıyacaktır.

Son olarak sahada olduğu her dakikada durmak bilmeden koşan, mücadele eden, görevi olmadığı halde yalnızca forvette değil her bölgede arkadaşlarına yardım eden ve sahada basılmadık yer bırakmayan, tabir-i caizse 'formasının hakkını veren', büyük futbolcu sıfatını sonuna dek hak eden Elmander'e bir parantez açmasak olmazdı. İyi ki varsın, iyi ki bizimlesin Johan!

8 Ağustos 2012

Santi Cazorla & Arsenal

Arsenal, Barcelona ile birlikte Avrupa liglerinde sempati duyduğum iki takımdan biri. İki takımı da sevme sebebim aynı, total futbol dediğimiz bol pas yapmaya ve takım halinde hücum/takım halinde savunmaya dayalı felsefeyi benimsemiş olmaları ve altyapıya, kendi futbolcularını yetiştirmeye verdikleri önem. Arsenal, futbol bakımından Barcelona'nın bir-iki tık altında bir takım. Geçen yıl sezona oldukça kötü şekilde girdiler ve 8 gollü United mağlubiyeti adeta soğuk duş etkisi yaptı. Zamanla toparladılar ve sezonu üçüncü bitirerek Şampiyonlar Ligi biletini aldılar.

Wenger bu yıl işi daha sıkı tutuyor ve önceki yıllara nazaran transfere biraz daha fazla eğiliyor. Persie'nin gitme ihtimaline karşı alınan Ligue 1 gol kralı Giroud, önceki yıl adı Galatasaray'la anılırken bir anda yaşadığı patlamayla küme düşen Köln'de 18 gol atmayı başaran ve yeniden Avrupa pazarında piyasası yükselen Podolski'den sonra, son isim Malaga'lı Santi Cazorla oldu.



Birçok kişi bu isme geçtiğimiz sezon oynanan Malaga-Real Madrid maçından aşina. Zira orada son dakikada kaledeki örümcek ağlarını alan ve Bernabeu'yu sessizliğe gömen isimdi Cazorla. Casillas gibi bir kaleciyi bile çaresiz bırakmasından da anlaşılacağı üzere frikikleri etkili kullanabiliyor ve uzaktan şut atma becerisi yüksek. Dribling yapabilen, ayağına hakim, adam eksiltebilen, süratli, teknik bir oyuncu ve genelde kenardan içeri kat eden bir stili var. Son dönemde bir çıkış yakaladı ve bu çıkışla birlikte fazla forma giyemese de İspanya'nın Euro 2012 kadrosunda da kendine yer buldu. Cazorla, iki kanatta da oynayabiliyor ancak Podolski transferini göz önüne aldığımızda Wenger onu muhtemelen sağ kanatta değerlendirecek.

23 Temmuz 2012

Oz Büyücüsü

Geçen cuma oynanan ve ABD'nin Büyük Britanya'ya 40 sayı fark attığı basketbol maçınının izleyenleri arasında tanıdık bir isim de vardı...

21 Temmuz 2012

Nokta Atışları

Geçtiğimiz sezon ligi zirvede tamamlayan Galatasaray, buna karşın birkaç istisna hariç hemen hemen hiçbir maçı kolay koparamadı. Buradaki temel sorun Galatasaray'ın kapanan rakipler karşısında hücum opsiyonlarının kısıtlı oluşuydu. Kapanan takımları açmanın en bilindik yolu oyunu enine yaymak ve bu sayede rakip oyuncuların arasındaki mesafeyi genişleterek bu boşluklardan faydalanarak pozisyon üretmektir. Lakin oyun enine açılsa bile top taşıyıp adam eksiltebilecek, çapraz koşu yapabilecek delici kanatlarınız yoksa rakibin dengesini bozamayacağınızdan bunun bir manası kalmıyor. Galatasaray'ın tüm sezon boyunca bir garanti golcü ile birlikte eksikliğini hissettiği şey işte buydu. Bu yüzden çoğu zaman büyük bölümünü rakip yarı sahada geçirdiği maçlarda bile kolay kolay skor üretemedi. Buna rağmen yine de Galatasaray'ın şampiyonluğa uzanmasının altında yatan sebep sağlam bir omurgaya sahip oluşuydu. Ekseriyetle, 4-4-2 dizilişini tercih eden Galatasaray'ın Muslera'dan başlayan ve Semih-Ujfalusi, Melo-Selçuk, Elmander-Necati'den oluşan sağlam omurgası şampiyonluğu getirdi. Zira Galatasaray'ın sezon boyunca attığı gollere bakıldığında büyük bölümünün göbekten gelişen derin top organizasyonlarıyla geldiği görülüyor.

Ancak önümüzdeki sezon üç kulvarda yarışacak bir takımın hele ki Şampiyonlar Ligi arenasında böyle kısıtlı bir hücum yelpazesiyle başarıya ulaşmasının zor olduğu aşikar. Ve transfer sezonun başlamasıyla Galatasaray bu eksiklerini gidermek adına hamleler yaptı. Bunların sonuncuları da bana kalırsa nokta atışı niteliği taşıyan Amrabat ve Burak transferleri.

Amrabat, rakip yarı alanda top taşıma ve dripling yapma özelliklerine sahip bir oyuncu. Dinamizmi, fizik gücü ve adam eksiltme özelliği en büyük artılarından. Yanı sıra ayağının düzgün oluşu sebebiyle etkili şut atabilen ve isabetli orta açabilen bir yapıya sahip. Ayrıca iki yıldır Türkiye liginde oynuyor oluşu, adaptasyon açısından pek fazla sıkıntı yaşamayacağını gösteriyor, ki bu da oldukça önemli. Maliyeti kafalarda soru işaretlerine sebep olsa da Galatasaray'dan alacağı transfer ücretinin önemli bir kısmından feragat edip bonservise eklenmesini isteyişi, hem ekonomik açıdan kulübün elini rahatıp transferin önünü açarken hem de Amrabat'ın aylardan bu yana devam eden süreç boyunca ortaya koyduğu tavrın samimi olduğunun bir göstergesi.
Burak Yılmaz yanlış tercihlerden ötürü kariyerinin hatrı sayılır bir bölümü heba olan bir oyuncu. Ancak Şenol Güneş'in elinde yeniden pişmesiyle kendini buldu ve adeta bir gol makinesine dönüştü. Onu krallığa taşıyan, bir sezonda rakip filelere bıraktığı 33 gol Trabzon hücumu adına ciddi bir yekun tutsa da Lazio ve Lokomotiv Moskova dışında hiçbir Avrupa ekibinden teklif almayışı düşündürücü. Aslında bu durum hem Türkiye ligi standartlarına karşı dışarıdaki bakış açısını ortaya koyarken hem de bu gol sayısının yanıltıcı olmaması gerektiğini gösteriyor. Elbette Burak çok iyi bir oyuncu, ancak lig standartları göz önüne alındığında bu gol sayısı çok da fazla abartılmamalı, anlatmaya çalıştığım bu.

Yazının başında da sözünü ettiğimiz üzere Galatasaray'ın bir diğer eksik yönü etkili son vuruşlara sahip bir garanti golcüye sahip olmayışıydı. Sezon boyunca birçok maçta bunun ceremesini çeken Galatasaray'da Burak hem bu açığı kapatabilecek, hem de yerli olması hasebiyle bir sonraki sezondan itibaren yabancı sayısının 5'e düşürüleceği göz önüne alındığında bulunabilecek en ideal alternatif. Buna mukabil Trabzonspor'un averajla şampiyonluğu yitirdiği sene takımı sırtlayan Selçuk-Burak ikilisinin yeniden bir araya geleceğini ve bunun her ikisinin de performanslarına olumlu yönde katkı yapacağını unutmamak gerek.

13 Temmuz 2012

İyi Bir Futbolcudan Ötesi


Hamit "joker" diye niteleyebileceğimiz meziyetlere sahip bir oyuncu. Zira tercihen hem sağ bekte hem de Galatasaray'da transferi elzem olan orta sahanın sağında kullanılabilir. Birden fazla mevkide oyanayabiliyor oluşu; olası sakatlık, ceza durumlarında farklı görevlerde değerlendirilebileceğinden Fatih Terim'in elini güçlendirdi diyebiliriz. Ayrıca ayağının düzgün oluşu ve uzaktan attığı etkili şutlarla her an skoru değiştirebilecek bir oyuncu. Buna en basitinden 2010'da yılın golü seçilen Kazakistan maçındaki füzesini örnek gösterebiliriz. Oyunculuk özellikleri bakımından sadece kariyerine bakıldığında kapasitesi ve kalitesi anlaşılabilir.

Lakin onu farklı kılan özellikleri çok başka. Milli takımdan da hatırlanacağı üzere Hamit doksan dakika durmak bilmeden mücadele eden, herşeyini ortaya koyan, hırslı, hem yaşı hem karakteri itibariyle takıma abilik, liderlik edebilecek vasıfta bir oyuncu. Fenerbahçe'den maddi anlamda daha tatmin edici bir teklif almasına karşın Galatasaray'ı tercih etmesi bile herşeyi özetidir. Bu açıdan Galatasaray, Hamit transferiyle iyi bir futbolcudan çok daha fazlasını kazandı. Bu çok net.

12 Mayıs 2012

Din, Dil, Irk Tanımaz Bu Sevgi

Galatasaray Dergisi'nin son iki ayki sayılarında ilgi çekici iki yazı vardı. Bu yazılarla bir kez daha anladım ki bu sevginin dinle, dille, milliyetle hiçbir ilgisi yok. İlk yazıda "Galatasaray Bosna i Hercegovina"dan bahsediliyor. İsminden de anlaşılacağı üzere Bosna Hersek'teki Galatasaray tutkunlarının ortaya çıkardığı bir oluşum bu. Dünyanın birçok yerinde gurbetçi Galatasaray'lıların oluşturduğu oluşumlar mevcut, lakin enteresan olan resmiyette dernek olarak görünen bu oluşumun 150'yi aşkın üyesinin tamamının Boşnak olması. Ayrıca üyelerin bir kısmı 2010'da oynanan OFK Belgrad-Galatasaray maçında bir araya gelmiş. Facebook'ta sürekli güncellenen, maçlarla ilgili yorumlar, tartışmalar yapılan bir sayfaları var.



Aslına bakarsanız söz konusu olan Bosna gibi Türkiye'ye sempati duyulan bir ülke olduğunda bu durum çok da fazla şaşırtıcı değil. Fakat işin asıl enteresan kısmı bu ayki yazıda, daha doğrusu bir röportajda. Röportajın baş kahramanı Jorge Martinetti Montanari. Jorge, Quilmes Üniversitesi'nde Nano Teknolojiyle ilgili bilimsel çalışmalar yapıyor, 2000'deki UEFA zaferiyle birlikte kaptırmış gönlünü Galatasaray'a. Uzaktan uzağa bir sempati değil onunkisi. Öyle ki, üniversitesi onu konferansa göndereceğinde Fransa ve Amerika gibi prestijli ülkeleri reddedip Galatasaray'ın maçını izleyebilmek için Türkiye'yi tercih etmiş. Güney Amerika'daki Galatasaray sevgisi yalnızca Jorge ile sınırlı değil, Vamos Cimbom ve Galatasaray Sudamericana oluşumları altında buluşmuş birçok Galatasaray'lı daha var  binlerce kilpmetre uzakta. Ayrıca yine bu oluşumların da ortak bir Facebook sayfaları ve blogları mevcut. Benim bir Galatasaray'lı olarak her ikiyi yazıyı okurken de tüylerim diken diken oldu. Derginin bu ayki sayısında Jorge ile yapılan röportajın tamamına ulaşabilirsiniz.

29 Nisan 2012

Endüstri İcat Oldu Mertlik Bozuldu

FourFourTwo dergisini takip edenler bilir, her ay okur mektupları bölümünde bir konu belirlenir ve o konu hakkında okurlardan yazı alınır, içlerinden bazıları yayınlanır. Yukarıda kapağını gördüğünüz Nisan sayısı için belirlenen konu endüstriyel futboldu. Ben de konuyla ilgili elimden geldiğince birkaç kelam edip, yollamıştım. Dergi ekibi de sağolsun yayınlamış.

"Kapitalizmin hemen herşeye sirayet ettiği çağımızda, futbol gibi çok büyük kitlelerin ilgi odağı olan bir sporun etkilenmemesi elbetteki mümkün değildi. Haliyle son yıllarda literatüre “futbol endüstrisi” dediğimiz bir kavram girdi. Önceleri ciddi bir paranın dönmediği futbol, kısa sürede dünyanın en büyük ekonomi alanlarından biri haline geldi. Esasen futbol artık sadece halkın oyunu olmaktan çıktı, futbol artık aynı zamanda kimi kâr yapma, kimi egosunu tatmin etme amacındaki zengin iş adamlarınında “oyunu” haline geldi. Futbolculara ödenen astronomik rakamlar, başarının birinci öncelik haline gelmesi; parayı futbolda daha büyük bir gereksinim haline getirdi. Buda maalesef kulüplerin ticarethane mantığıyla yönetilip, taraftarada müşteri gözüyle bakılmasına yol açtı. Kaçınılmaz olarak futbolun gerçek sahipleri olan taraftarın ruhunu belli ölçüde öldürdü. Ayrıca zengin kulüp sahiplerinin “parasıyla değil mi” minvalindeki kafa yapısı, futbolda haksız rekabet ortamı oluşmasına yol açtı. Dilerim yakın gelecekte hayata geçirilecek olan Finansal Fair-Play sistemi bu çılgınlığa dur der ve futbola bir nebze olsun eski ruhunu kazandırır."

31 Mart 2012

O Zaman Neden Futbol Oynuyorlar?

"Baskı kuruyorsun, topa sahip olmak istiyorsun, hücum etmek istiyorsun. Bazı takımlar paslaşmıyor veya paslaşamıyor. Ne için oynuyorsunuz ki o zaman? Amacınız ne? Bu futbol değil. Kombine et, topu gezdir. Futbol bu, en azından benim için." Xavi Hernandez

(The Guardian'a verdiği röportajdan. / Çeviri: Çizgiden Çıkaran)

19 Mart 2012

Kaybedilen 2 Puan

Berabere biten maçlar iki şekilde değerlendirilebilir, ya bir puan kazanmışsındır ya da iki puan kaybetmişsindir. Oynanan oyuna baktığımızda Galatasaray için elbette ki ikinci seçenek geçerli. Sadece son dakikada direkten dönen pozisyondan ötürü değil tabi ki, maçın genelinde oyuna ağırlığını koyan, rakibi yarı sahasına gömen, pozisyonlar bulan taraftı Galatasaray.

Oysa ki maç hiç öyle başlamamıştı, ilk dakikalarda dengeli devam eden bir futbol varken, ilk gol girişimi de Melo'nun on sekiz yayı civarından çektiği şutla Galatasaray'dan gelmişti. Ancak birkaç dakika sonra Fenerbahçe kimsenin beklemediği bir anda buldu golü. Herkes çıktı zannederken çizgiden topu çeviren Ziegler'in ortasına Sow'un yaptığı olağanüstü vuruş ile öne geçti Fenerbahçe. Ne Galatasaray savunmasının ne Muslera'nın yapacağı hiçbir şey yoktu bu golde.  Golden sonra Fenerbahçe baskıya devam etse de "bu da nasıl kaçar" dedirtecek tarzda net bir pozisyon üretemedi. Ancak futbolun cilvesi, Alex'in şut imkanı bulduğu ilk anda usta işi bir vuruşla ikinci golü buldu Fenerbahçe. Skora bakılarak yorum yapıldığında, bu dakikadan sonra Galatasaray'ın oyundan biraz daha düşmesi, Fenerbahçe'nin baskıya arttırak bir gol daha bulup maçı koparması hatta tarihi farka gitmesi beklenebilirdi. Ancak skor 2-0 olsa da o dakikaya kadar sergilenen futbolla bunun mümkün olmayacağı aşikardı. Zira Fenerbahçe'nin baskısı tamamıyla atmosferin etkisiyleydi, gollerde organizasyondan ziyade bireysel yetenek ön plandaydı.

20'lerden itibaren ilk şoku atlatan Galatasaray oyunu önce dengeledi, sonra rakip yarı sahaya yıktı. Bu dakikalarda Fenerbahçe kapansa da Galatasaray'ı durduramadı. Çünkü Fenerbahçe, yarı sahasının her noktasında basan, pres yapan, rakibe pas imkanı tanımayan bir oyundan ziyade kendi ceza sahası önüne çizgi halinde dizildi. Bu da Galatasaray'a daha da rahat organize olma imkanı sağladı. Nitekim sezon boyunca alışık olduğumuz şekilde göbekten derinlemesine gelişen bir organizasyonla Galatasaray golü bulup, oyundan sonra maça da ortak oldu.

İkinci yarı değişen bir şey olmadı

Özellikle ilk yarının son 10 dakikasında facia bir futbol oynayan(!) Fenerbahçe'nin ikinci devrede biraz olsun toparlanması bekleniyordu. Lakin Alex'in maçtan sonra ifade ettiği gibi bir duygusal üstünlük vardı, bir de taktiksel. Başlarda atmosferin ittiği Fenerbahçe bu gazla bir yere kadar gelebildi, o noktadan sonra sazı eline alan Galatasaray, maçın sonuna kadar oyunu domine eden taraf oldu. Fakat hemen herşeyi ideal olan Galatasaray'ın sıkıntısı kanatlardı. Daha doğrusu hücum kanatları, zira göbekteki tandemleri gayet iyi işleyen, kenar beklerinden de hücuma gerekli desteği alan Galatasaray'da orta dörtlünün iki kanadında da bütünlüğü sağlayabilecek oyuncular olmayınca gol bulmak zorlaştı. Nitekim, büyük bölümünü adeta tek kale oynadığı maçta Galatasaray, daha önce pozisyonlar yakalasa da beraberliği getiren golü ancak 83'de bulabildi. İki golde de pozisyonu hazırlayan kişi olan Selçuk İnan'a da ayrı bir parantez açmak gerek burada. Bana göre Selçuk, Türk futbolu üstü bir futbolcudur. İdeal bir orta sahadan beklenen pres, isabetli pas, ceza sahasına orta, şut gibi özelilliklerin hepsine fazlasıyla sahip olan Selçuk bu maçta da her zamanki gibi Galatasaray'ın en göze çarpan oyuncusuydu.

Maç boyu yarı sahasına gömülen Fenerbahçe'de, kapılan toplar da ileride yalnız kalan Sow ve Alex'e ulaştırılamayınca Kadıköy'de taraftar maçın büyük bölümünü diken üstünde ıslıkla geçirdi. Son dakikada yine bir Selçuk İnan organizasyonunda Baros kale dibinde üst direği nişanlayınca, Kadıköy serisinin bitişi yine başka bahara kaldı. Fakat o bahar çok da uzak değil, play-off'ta Fenerbahçe bu futbol ile devam ederse Galatasaray'ın yarım kalan hesabı kapatması işten bile değil.

Galatasaray şampi-yon

Türk basının şampiyonluğa çok yaklaşaan takımlar için kullandığı bir "şampi" tabiri vardı ya hani. Büyük resme bakacak olursak, Galatasaray daha önce araladığı şampiyonluk kapısını bu maçta ardına kadar açtı bana göre. O yüzden artık Galatasaray şampi değil şampiyon diyebiliriz. Elbete ikiyi bölünen puanlar, yarışı tekrar kızıştırabilir ancak Galatasaray'ın şampiyonluktaki tek gerçek rakibi Fenerbahçe'nin bu futbolla play-off'ta Galatasaray'ı sürklase etmesi ancak bir mucizeyle mümkün olur. Üstelik Fenerbahçe'nin hala içeride oynayacağı bir Bursa, Avni Aker'de oynayacağı bir Trabzon maçı olduğunu da hatırlatmak gerek.