28 Ağustos 2011

Vicente Calderón'da Bir Aslan

*Fotoğrafı büyütmek için üzerine tıklayınız.
Arda Turan, bugün oynanan Osasuna maçıyla birlikte ilk kez Vicente Calderón'da Atletico Madrid'li taraftarların karşısına çıktı. Oyuna 61. dakikada dahil olan Arda, 11 numaralı formayı terletti. Ne diyelim, Allah utandırmasın...

27 Ağustos 2011

Nuri'nin Bitmeyen Çilesi

Geçtiğimiz sezon parmak ısırtacak türden bir performans sergileyen Nuri Şahin, sezon sonuna doğru yaşadığı talihsiz sakatlıkla takımını şampiyonluğa birkaç maç kala yalnız bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak sezon boyu yaptıkları, ortaya koyduğu futbol, sahip olduğu liderlik vasfıyla Real Madrid'e transfer olmayı zaten çoktan hak etmişti. Nitekim öyle de oldu, sezon bitimiyle birlikte Madrid yolunu tuttu.

Sakatlığının henüz geçmemesinden ötürü sezon hazırlıkları boyunca forma giyemedi. Tam da iyileşmek üzereyken bir kötü haber daha geldi. Maalesef Nuri, salı günü yapılan Real Madrid antrenmanında yeni bir sakatlık daha yaşamış ve yaklaşık 1,5 ay sahalardan uzak kalacakmış.

Gerçekten çok üzücü bir durum. İnşallah şu sakatlık kâbusu kısa sürer ve Nuri iyileşip bir an evvel sahalara döner, futbolunu oynayıp, gollerini atar bizler de keyifle izleriz.

Barcelona 2 - 0 Porto

 
Barcelona her ne kadar uzay futbolu oynasa da, ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını kimse çözemese de esasen ortaya koydukları oyun oldukça basit. Sürekli pas yapmaya ve  -defansif ya da hücumsal- saha içerisindeki her türlü aksiyonu takım hâline gerçekleştirmeye dayalı bir sistem. Yani misal yeri geldi mi bir El Clasico'da rakip ceza sahasında normalde stoper oynayan Pique'nin topuk pasıyla atabiliyor golünü Messi.

Fakat gelgelelim ne diyor Cruyff üstad: Futbol basittir, zor olan basit oynamaktır. İşte bu yüzden izlerken oldukça basit gözükse de saha içerisinde bıkmadan, yorulmadan bu kadar pas yapmak, o uyumu yakalamak göründüğünden çok çok daha zor. Ancak Barcelona'nın en büyük silahı da işte bu. Çünkü bu kadar uzun süre hiç top kaybetmeden pas yapınca rakip hâliyle yoruluyor, baskı yapmak istemiyor.

Nitekim bu maçta da Porto ilk yarı içerisinde belli bir süre ileride basıp, Barcelona'nın bu muaazaam pas düzenini bozmak için çaba sarfetti. Ancak makinanın dişlileri o kadar kusursuz çalışıyordu ki kısa süre sonra yoruldular ve vazgeçmek zorunda kaldılar. Zaten Barcelona'ya karşı oynayan takımların en büyük handikapı da bu. Zira Barça'ya karşı daha maçın başında top kontrolünü ellerine verip geride beklemek kendi ölüm fermanını imzalamakla eş değer. Bu açıdan Barça'ya kafa tutmaya çalışan biraz daha kalburüstü takımlar genelde onları kendi silahıyla vurup yaptıklarını yapmaya çalışıyorlar. Fakat dediğim gibi bu kadar kusursuz işleyen bir sisteme ve yorulmak bilmeden pas yapan, taktik harikası Barça'ya karşı bu şekilde mücadele etmek de çok zor, ki zaten daha önce de Real Madrid, Man. United gibi takımlarla yapılan maçlarda da gördüğümüz gibi belli bir noktadan sonra pes ediliyor. Porto kalibresindeki bir takım için ise imkansız.

İlk yarının ilerleyen bölümlerinde top kontrolünü tamamıyla eline alan ve Porto'yu kendi yarı sahasına gömen Barça zaman zaman cılız ataklarla yükleniyordu. İşte tam da atakların sıklaştığı bir dakikada Guarin'in yaptığı akıllara zarar pas hatası sonrası Messi her zamanki fakelerinden biriyle kaleciyi sürklase edip sonra boş filelere gönderdi topu. Gol sonrası tempo düştü, Barça daha fazla yüklenmedi.

Porto ikinci yarının ilk dakikalarında yine zaman zaman gelse de Barça savunmasını geçmeyi başaramadı. Barça biraz da hafta sonu oynayacağı lig maçının etkisiyle çok fazla yüklenip de yorulmak istemedi, rölantiye aldı, düşük tempoda yavaş paslarla zaman geçirdi. Boyunun ölçüsü alan Porto da atağa çıkmaya çalışmadı. Bu açıdan ikinci yarının geneli oldukça sıkıcı bir orta saha oyunu tadında geçti.

Son dakikalara girilirken Porto savunmasını ileride yakalayan Barça'da Messi'nin sağdan kestiği akıl dolu orta sonrası Fabregas da düzgün bir vuruşla topu filelerle buluşturdu ve maçın skorunu tayin etti. Bu noktadan sonra mağlubiyetin dayanılmaz hafifliğiyle iyiden iyiye yüzleşmeye başlayan Porto'lu futbolcular çirkefleşmeye, sert müdahalelerde bulunmaya başladı. Nitekim gördükleri iki kırmızıyla da maçı 9 kişi tamamlamak durumunda kaldılar. Ve son düdük geldiğinde Barça daha sezon başlamadan ikinci kupasını da cebine koyup yoluna devam etti.


Başta da dediğim gibi Barcelona takımı kusursuz işleyen bir makina gibi. Ve bu makinanın her dişlisi Barça'nın altyapıdan yetiştirdiği kendi ürünleri. Hatta o kadar ki teknik direktörleri bile kendi altyapılarında yetişmiş yıllarca Barça formasıyla top koşturmuş bir adam. Taktiksel açıdan bu kadar muhteşem bir sistemi ve oyuncu yetiştirme, takıma kazandırma konusunda böyle bir sirkülasyonu sağlayabilmek için 20 yılı aşkın süredir çaba sarfediyordu Barcelona. Tam anlamıyla semeresini toplamaya da son yıllarda başladı. Bu açıdan transfer yapıp toplama takımlar kurarak, bu kadar zamandır üzerinde kafa yorulan bir sisteme karşı durmak mümkün değil. Benzeri bir sistemle kafa tutulmaya çalışılsa da, o sistemin oturması, işleyebilir hale gelmesi için 15-20 yıl civarı zaman gerektiğinden kısa vadede dünya futbolundaki bu Barcelona krallığının yıkılması pek olası gözükmüyor.

23 Ağustos 2011

Play-Off Sistemi ve Götürüleri


Lâfa gelince futbolda dünya ülkesi olma hedefindeyiz, başarı istiyoruz, prestij istiyoruz vs. vs. Şimdi sözü çok fazla dolandırmaya gerek yok, bugün Avrupa futbolunun "lokomotif" niteliği taşıyan liglerine bir bakın: La Liga, Premier League, Serie A, Bundesliga. Hangisi kullanıyor Play-off? Hiçbiri. Neymiş efendim Belçika kullanıyormuş, denemekten ne zarar gelirmiş. Belçika mıdır bizim idolümüz? Bu kadar mı yani bizim vizyonumuz?

Dünya üzerindeki bunca büyük ligin hiçbirinin kullanmadığı, bu sistemi biz mi oturtacağız, biz mi olacağız öncüsü? Geçiniz.
Bir de ikinci bir savunma argümanı olarak insanların şu son yaşananlardan ötürü futbola karşı azalan ilgisinin arttırılmak istendiği söyleniyor. Bana kalırsa asıl bu sistem uygulanırsa insanların futbola olan ilgisi azalır. Futbolun dünya üzerinde bu kadar büyük kitleler tarafından kanıksanmış bir oyun olmasının temel sebebi oldukça basit kurallara ve kolay anlaşılabilir bir algoritmaya sahip olmasıdır. Sahada ofsayt haricinde baktığımızda anlaşılması güç hiçbir kural yok. Maçı kazanırsan 3 puan alırsın, berabere kalırsan 1 puan alırsın. Kaybedersen de alamazsın basit ve net. Ama işin içine play-off girdiğinde mesele çok daha çetrefilli bir hâl alıyor, üstelik play-off dediğimiz meret tek bir biçimde oynanan bir sistem değil. Çeşit çeşit formatı var, bizim denemeye çalışacağımız sistem de oldukça alengirli. Misal Bank Asya'da da bir üst lige çıkacak takımı belirlemek için uygulanıyor, ama daha basit bir sistem 3 ila 6. sıralardaki 4 takım tek maç usulü karşı karşıya geliyor, kısa sürede sonuca bağlanıyor. Ama bu sistemle birlikte adeta lig sona erdikten sonra ikinci bir lig başlıyor ve puanlama sistemi de daha karışık bir hâl alıyor.

Şikenin önüne geçmekten bahsediliyor. Bu noktada Mehmet Demirkol'un bugünkü yazısından intihal yapalım:
"Bu sene uygulanmış olsaydı Antep, Fenerbahçe ve Trabzonspor’un 11 puan gerisinde olacaktı. Antep’ten ırak olsun, başka bir takım diyelim. Xspor misal...
İlk maçta Xspor, Z spor’a yeniliyor ve zaten az olan şansı iyice azalıyor. Sonra Fenerbahçe’de yeniyor X spor’u ve şansı sıfır oluyor. Trabzsonpor maçına ne motive edecek onları? Şampiyonluk şansı yok. Şampiyonlar Ligi de...
Demek ki bu sistem şike önleme işine yaramayacak.
"


Görüldüğü üzere bu sistemin uygulanmasının futbolumuza herhangi bir açıdan artı değer kazandırması mümkün değil. Ayrıca bunca keşmekeşin içerisinde bir de bu play-off sistemiyle ligi deneme tahtası hâline getirmenin ne gereği var anlamıyorum.

18 Ağustos 2011

Bu Savunmayla Bu İş Yürümez

Yeni sezon yazısında bir paragrafta, savunmada sahip olduğumuz kötü alışkanlıklardan kurtulamazsak önümüzdeki sezon da başımız ağrıyabilir, takviye şart demiştim. Ancak yine de Fatih Hocanın gelişinin bir nebze olsun savunmaya olumlu yansıyabileceği umudu taşıyordum. Şu maçın daha ilk saniyelerinde umutlanmakta ne büyük hata ettiğimi net bir şekilde anladım.

Daha ilk dakikanın ilk saniyelerinde araya atılan bir pasta yine bir Servet & H. Balta klasiği izledik. Bu savunmayla bu işin yürümeyeceğini anlamak için daha ne kadar bedel ödemek gerekiyor anlamıyorum. Bir sezon boyunca ambar gibi açık veren bir Galatasaray savunması izledik. Bu sezon ilk önceliğimiz olması gereken savunmaya bir tek 33'lük Ujfalusi alındı. Ve defans hattı yine Servet-Balta-Zan tekeline bırakıldı. Buyrun işte sonuç. Atılan her ara pasında, akıllara zarar kademe hataları, önünden kaçırdığı adamları film izler gibi seyreden Servet, Balta, Zan üçlüsü.

Daha maçın başında gelen gol ve arka arkaya yapılan savunma hatalarıyla Galatasaray zaten maça büyük bir moral bozukluğuyla başladı. Olympiakos'un kapalı oyun anlayışı, orta sahayı kalabalık tutması ve yerleşik savunmasıyla ilk bölümlerde rakip yarı sahada çoğalamadık ve organizasyon sıkıntısı yaşadık.

Bu noktada rakibini orta sahada açamayan Galatasaray uzun toplardan ve kanatlardan işi kotarmaya çalıştı, Kâzım ve Stancu'nun pasif kalışı, Ujfalusi'nin bundan önceki iki maça nazaran hücuma katkıda vasatı geçememesiyle bu yolda kapanınca hücumsal anlamda yokları oynayan bir Galatasaray izledik.

İkinci yarı, oyunun gidişatı anlamında ilk yarının devamı niteliğindeydi. Orta alanda iki tarafta birbirine net bir üstünlük kuramadı, organizasyon sıkıntımız ve rakip yarı alanda çoğalamama sorunumuz aynen devam etti. İlk yarıya nazaran daha az gelen bir Olympiakos olsa da arkaya atılan ilk uzun topta savunma yine çok ağır kaldı ve ciddi tehlike yaşadık. Dediğim gibi bu savunmayla takviye yapılmazsa sağlam kontratak yapabilen takımlara karşı ciddi sorunlar yaşarız. Son bölümlerde ise iyice düşen tempoyla Olympiakos skoru koruma yoluna giderken, bizimkiler de çoktan "bitse de gitsek" havasına girmişti.


Bir parantez de Muslera için açmak istiyorum. İyi kaleci için yemesi gereken golleri yiyen, yememesi gereken golleri yemeyen kaleci tanımı yapılır. Büyük kaleci ise yeri geldiğinde yemesi gereken golleri de kurtaran, takımını sırtlayabilen kalecidir. -Misal UEFA Finalinde uzatmanın son dakikasında sıfırdan Henry'nin kafasını çıkaran Taffarel- Çok açık söylüyorum bugün kalede Aykut veya Ufuk olsaydı bu fark daha da açılabilirdi. Zira Muslera birebirde çıkardığı toplar, ara paslarında yaptığı zamanında çıkışlarla adeta Galatasaray savunmasının arkasını topladı. Bu açıdan Muslera ilk sınavından geçer not almış gibi görünüyor.

Savunma konusunda hâla takviye yapılacağına dair bir işaret yok, bu açıdan ümitsizim. Ancak hücumsal anlamda ilerleyen günlerde daha sağlam bir takım olacağımıza inanıyorum. Zira az önce de dediğim gibi kapalı takımlara karşı Barcelona gibi nokta pası atacak en az 3 orta sahanız yoksa dikine giderek başarılı olma şansınız pek yok. Bu noktada oyunu daha geniş alanlara yayıp kanatları kullanmak önemli. Bu maçtaki sıkıntımız da buydu zaten. Ancak son birkaç günde gerçekleşen Eboue, Keita, Engin Baytar transferleriyle kanatlarda -en azından sağ kanatta- çok daha etkili bir Galatasaray izleyeceğimizi düşünüyorum.

16 Ağustos 2011

Emmanuel Eboué Galatasaray'da

Öncelikle daha önce de ifade ettiğim gibi bu transferin en büyük artısı Eboué'nin çok yönlü bir futbolcu oluşu ve bu açıdan birden fazla mevkide değerlendirelebilecek durumda olması. Oyunculuk özelliklerinden biraz bahsetmek gerekirse, güçlü bir fiziğe sahip, çok koşan ve takım oyununa üst düzeyde katkı veren bir isim. Çok iyi dribling yapan, özellikle sağ kanatta etkili bindirmelere sahip bir futbolcu. Ayrıca şut opsiyonuna sahip, bunu yanı sıra oldukça isabetli paslar atıyor. Bu açıdan düşündüğümüzde hücumsal anlamda oldukça etkili, skora katkı sağlayabilecek bir isim.

Fakat bek olarak değerlendirilirse de az önce de belirttiğim gibi sahip olduğu fizik gücü ve hızlı oyunuyla o görevi de kotarabileceğine inanıyorum. Kısacası Galatasaray için her anlamda çok olumlu bir transfer, adeta piyangodan çıkan Ujfalusi'nin bek performansı, Kazım'ın son dönemde yakaladığı ivme, Keita transferinin de ciddi şekilde gündeme gelmesinin üzerine bir de bu transferle ciddi şekilde çok sağlam bir kanat rotasyonu yakaladı Galatasaray.

Ayrıca futbolun beşiği olarak nitelendirilen, dünyanın en büyük birkaç ligi arasında yer alan Premier League'de Arsenal gibi bir takımda bu kadar uzun süre tutunması ile de zaten kendini ispat etmiş bir isim.

13 Ağustos 2011

Yeni Sezon ve Transfer Gündemi Üzerine


Mâlum, Arda'nın Madrid yollarına düşmesi, gündemimizi biraz başka tarafa çekti. Fakat asıl meselemiz olan transfer bu gelişmeyle birlikte daha da mühim bir hâl aldı. Zira gidişat itibariyle benim şahsi düşüncem forvete ve orta sahaya bir takviye daha yapıp transfer defterini kapatmaktan yanaydı.

Ancak Arda'nın zamansız gidişi planları da bozdu, şimdi kanatlara da sağlam bir takviye gerekli. Ayrıca banko oynayacak bir isim olmasa da kanatlar için kadro derinliği oluşturmak açısından bir de alternatif transfer edilmesi yerinde olur. Eboue transferi işte bu açıdan önemli, zira hem bek hem kanatta yer alabilecek çok yönlü bir oyuncu. Gelen haberlere göre de transfer bitme aşamasında imiş.

Arshavin konusu da ciddi şekilde basında yer alıyor, orta sahanın solunda ve forvet arkasında oynayabilecek bir oyuncu, ancak Fatih Hoca dünki açıklamasında bu transfer için şartların uygun olmadığını deklare etti. Zira maddi açıdan oldukça külfetli bir transfer, ben de biraz daha maddi açıdan sıkıntı yaratmayacak isimlere yönelinmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine bu doğrultuda Terim, Keita konusunda olumlu açıklamalar yapmış. Ayrıca ille de yabancı olması gerekmiyor bu ismin, yerli alternatifler de dikkate alınmalı. Misal en basitinden benim ilk aklıma gelen Bursaspor'lu Volkan Şen.

Bir de forvet meselesi var. Özellikle son birkaç yıldır Galatasaray forvet hattı bir türlü rayına oturmuyor. Geçtiğimiz yıl Baros'un sakatlığının üstüne bir de Mehmet Batdal'ın beklenen kalibrede olmayışı forvet mevkisinin yap-boza dönüşmesine yol açtı. Bu sezon aynı riske girmemek adına yeni yönetim, ayağının tozuyla Elmander'i transfer etti. Tam anlamıyla klasik bir 9 numara olmasa da hem forvet hem de forvet arkasında görev yapabilecek bir isim olması açısından önemli bir transferdi.

Hep söylüyorum Baros sağlıklı olduğu sürece Galatasaray santrafor sıkıntısı çekmez. İlk sezonunda gol kralı oluşu, geçtiğimiz sezon sakatlık belasından kurtulup oynayabildiği maçlarda attığı hatrı sayılır sayıdaki gol zaten bunun ispatıydı. Liverpool maçıyla birlikte geri dönüşün sinyallerini verdi. Ancak dediğim gibi Baros konusunda tek handikap sık sakatlanması, bu sorunu bu sezon aşabilirse eğer gol kralı olması işten bile değil.



Gelelim Stancu'ya. Fatih Hoca'nın dün yaptığı açıklamaya bakıldığında Stancu'yu da kazanmaktan yana olduğu anlaşılıyor. Bana da mantıklı geliyor açıkçası, 5 milyon € verilip alınan, geldiği takımda yarım sezonda 17 gol atmış bir futbolcunun bir kalemde silip atılması yanlış olur diye düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda zaten üç yabancıyla şişmiş bir forvet hattına bir yabancının daha transferi söz konusu olmaz diye düşünüyorum. Kısacası forvet defteri kapanmış gibi görünüyor.

Savunmayı da unutmayalım tabi, esasen geçtiğimiz sezonun Galatasaray tarihinin en kötü sezonu olması ve o takımın savunma hattının bir değişiklikle hâla takımdaki yerini koruyor olması bana pek mantıklı gelmiyor. Yani kabus gibi geçen sezonda Servet'in yanı başından geçen adamları nasıl kaçırdığı, Hakan Balta'nın, akıllara zarar kademe hataları, sol kanadı rakipler için otobana çevirişi hâla hafızalarımızda. Buna karşın savunmayı tek transferle kapatmak bana pek akılcı gelmiyor. Bilhassa sol beke ve stopere takviye gerektiğini düşünüyorum. Yoksa geçtiğimiz sezon kazanılan kötü alışkanlıklar bu sezon da başımızı ağrıtabilir. Ancak gerek Fatih Hoca'nın ve yönetim açıklamaları gerekse medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında bu yönde bir arayış yok gibi.

Velhasıl kelam, büyük resme baktığımızda ben hâla yeni sezondan çok umutluyum. Zira yıllardan bu yana kanayan yaramız hâline gelen orta sahamız değişen çehresiyle adeta sınıf atladı. Bir düşünün geçen sezon Barış, M. Sarp, Ayhan'ın olduğu yerde bugün Selçuk, Melo, Ceyhun gibi isimler var. Forvet hattımız çok alternatiften oluşan zengin bir yapıya sahip. Belki orta sahadan bile uzun süredir bir türlü çare bulunamayan kaleci sorunsalı da Muslera gibi sağlam bir isimle uzun vadede çözüme kavuşturuldu. Savunma konusunda ise tek ümidim Servet, Hakan, Gökhan gibi isimlerin Fatih Hoca'nın gelişiyle birlikte ivme kazanmaları. Mâlum, Hoca'nın milli takımdan da banko oyuncularıydı bu isimler.

Ayrıca Avrupa'nın olmadığı bir sezonda bir de malum şike gündeminden ötürü rakiplerin durumu göz önüne alındığında çok fazla kasmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Zira hem iyi bir kadro oluşturduk, hem de rakiplerimize göre psikolojik açıdan oldukça rahatız. Bunun da ötesinde düşme ihtimali olan takımlar da var tabi.